Tasarim23


Saatimizin sesini kısmak için saniyenin üstüne tıklayın.

egedersler

Tecahül-i Arif

Bu sanatın temeli bilinen bir hususun bir nükte gözetilerek bilmezlikten gelinmesidir. Demek ki tecâhül-i ârif yapan sanatkâr bildiği bir şeyi bilmezlikten gelerekkarşısındakine bazı mesajlar   vermek  isteyecektir.
 
Tecâhül-i ârifi önce iki kısma ayırmak icâbeder:
1. Heyecanın tesiriyle soru sorularak yapılan te­câhül-i ârif,
 
2. Belli bir düşünce ürünü olarak ve bir maksat gözetilerek sorulan soruya cevap verilirken yapılan tecâhül-i ârif.
 
Tecâhül-i ârif sanatı sözün nükteli olmasını sağlar. Bu sanatı yapan kişinin hakikaten arif olması gerekir.
 
1. Soru sorma yoluyla yapılan tecâhül-i ârif:
 
Sanatkâr bunu daha çok heyecana bağlı olarak ya­par. Bildiği şeyleri, cevabını bilmiyor göründüğü sorular şeklinde karşısındakine iletir. Böylece hem maksadı doğrudan söylemenin yeknesaklığı, belki de yersizliği kırılır;hem de söze zariflik ve tatlılık kazandırılmış olunur.
 
 
Sözü yazdımdı da kalmış öbür ertâride
Va'diniz bûse mi vuslat mı unutdum ne idi?
(Yahya Kemâl)
 
 beytin değişik şekli:
 
Öbür entaridedir şimdi o not defteri de
Va'diniz buse mi vuslat mı unutdum ne idi?
(Yahya Kemâl, Vâsıf-ı Enderûni 'den, BŞ, s. 43)
 
 
Şair sevgilisinin kendisine buse mi vuslat mı vadettiğini unuttuğunu -yazmış olduğu hâlde unuttu­ğunu- söyleyerek ve ondan ne vadettiğini sorarak va'di bilmezlikten geliyor. Böylece zarif bir şekilde sevgilisine verdiği sözü hatırlatıyor.
 
 
 
 
 
 
Kimdir bu miskin, ol ne resendir? dedim, dedi:
Zülfüm kemendi tutkunu cânındürür senin
(Habibi)
 
(Bu miskin kimdir, o ip nedir? dedim/Zülfümün kemen­dine tutulmuş senin canındır dedi.)
 
Şair sevgilisinin saçlarına tutulmuş miskinin ken­disi olduğunu sevgilisinden öğreniyor. Yine ipin de sevgilisinin saçları olduğunu bilmiyor ve onu da sevgi­lisinden öğreniyor. Şair her iki durumda da bildiği bir hususu bilmezlikten geliyor. Böylece söze zariflik ve an­lam genişliği kazandırıyor. Zira burada tecâhül-i ârifle beraber teşbih sanatı da vardır. Sevgilinin saçı ipe ve ke­mende benzetilmiştir. Böylece beyitteki objeler sadece saç teli ve âşık olmaktan çıkıyor, bunlara darağacı, kement, idamlık mahkûm, kudretli bir sevgili imajları da ekle­niyor. Beytin manası bir hayli genişliyor. Sadece teşbihte karar kılınsa ve tecâhül-i ârif sanatına başvurulmasa idi, yukarıdaki manzara hakikaten korkunç olurdu. Gözümüzün önünde darağacında sallanan bir idam mahkûmu canlanırdı.
 
 
İşte tecâhül-i ârifbu manzarayı bir nükteye dönüş­türmektedir. Şair sevgilisinin zâlim bir hükümdar, kendisinin darağacında bir mahkûm ve saç telinin de kemend olmadığını bilmektedir. Sadece sevgilisine "Niçin beni böylesine kendine bağladın ve kendi irâdemi elimden aldın." veya "Senin zülfünün tellerine vuruldum." demek istiyor. Bunu da tecâhül-i ârif sanatı yoluyla yapıyor. Dikkat  edilirse yukarıdan beri yaptığımız açıklamalar, beyitteki zarafet kadar tesirli başka  bir  söyleyişin  pek  bulunamayacağını  da göstermektedir. Muallim Nâci'nin dediği gibi "Tecâhül-i ârif çok hoş bir üslûptur."
 
Gerçi cânandan dil-i şeydâ için kâm isterem
Sorarsa cânân bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedir
(Fuzûlî)
 
(Her ne kadar sevgiliden çılgın gönlüm için istekte bulu­nuyorsam da / Sevgili bana çılgın gönlünün istediği nedir diye sorsa onu ben de bilmem.)
 
 
Şair sevgilisinden ne istediğini bildiği hâlde bilmez görünmektedir.
 
 
Nedîm-i zârı bir kâfir esir etmiş işitmişim
Sen ol cellâd-ı dîn ol düşmen-i imân mısın kâfir
(Nedim)
 
 
Nedim esir edildiğini başkasından öğreniyor. Kendisini esir eden kâfiri de tanımıyor. Bunları sevgili­sine soruyor. Şair bildiği hâlde bilmez görünerek ve ifadeyi soru şeklinde düzenleyerek tecâhül-i ârif sanatı yapıyor.
 
 
Ey şûh Nedimâ ile bir seyrin işittik
Tenhâca varıp Göksu'ya işret var içinde
(Nedim)
Şair, yine sevgilisiyle kendisinin Göksu'ya gidip iş­ret meclisi kurduklarını başkasından öğreniyor. Sözü nükteli hâle getirmek ve bu gezintiyi sevgilisine hatırlatmak için tecâhül-i arif sanatına başvuruyor.
 
Tecâhül-i arifte temel hareket noktamızı bir daha belirtmekte fayda var. Sanatkâr bildiği bir şeyi bilmezlikten gelecek ve bunu bir nükte maksadıyla yapacak. Ölçümüz budur.
 
2. Soruya cevap verme yoluyla yapılan Tecâhül-i arif:
 
Tecâhül-i arifin ikinci kısmında ise sorulan so­ruya cevap vermek söz konusudur. Bu cevaplarda da nükte bulunması ve bilmezlikten gelmek şarttır. Edebiyat kitaplarında sanatın bu bölümünün TENŞİT (neşelendirme), TEVBİH (azarlama), TAHAYYÜR (hayranlık), TEDELLÜH (şiddetli aşk), MEDİHTE MÜBALAĞA (övgüde aşırılık) ve ZEMDE MÜBA-LAĞA (yergide aşırılık) maksatlarıyla yapıldığı belirtilir.
 
Bunlardan tenşit (neşelendirme) ve tevbih (azarlama) dışındaki amaçlarla yapılan sanatlara tecâhül-i arif adını vermek zordur.Çünkü TAHAY­YÜR (hayranlık), TEDELLÜH (şiddetli aşk) ile övgüde ve yergide aşırılık sırasında sanatkâr şuurlu bir şekilde bildiğini bilmezden gelmez. Heyecanın tabiî akışı içinde mübalağaya yönelir. Sanatkârın şuurlu olarak (arif olduğu hâlde) bildiği bir şeyi, yukarıdaki durumlarda bilmezlikten gelmesi, karşısındaki ile alay etmesi anlamına gelebilir. Veya sanatkârın yaptığı sanat başarısız olur ve sadece gösterişte kalır.
 
 
 
 
A.       Tenşit İçin Yapılan Tecâhül-i Arif:
 
Karşımızdakini neşelendirmek için başvurdu­ğumuz bilmezlikten gelmedir. Buna çok güzel ve meşhur bir örnek Abbasî Halifesi Mansur ile tanınmış Arap şairi Ebu Delâme arasında geçen konuşmadır. Halifenin amcasının kızı ölür. Gömmek üzere mezarlığa götürürler. Halife Mansur ve Ebu Delâme de oradadırlar. Cenaze  mezara konulurken Halife şaire dönerek:
 
-Yâ Ebu Delâme! Burası için ne hazırladın? diye sorar,
 
Şairin cevabı,
- Halifenin amcasının kızını, şeklinde olur.
 
Şair, halifenin sorusunu ne maksatla sorduğunu (Öbür dünya için ne hazırladın?) anlamıştır. Ama bunu bilmezlikten gelerek o anda gömülmek üzere olan halife­nin amcasının kızını hazırladığını söylemesi, Halifeyi gülmeye mecbur etmiştir.
 
B. Tevbih için Yapılan Tecâhül-i Arif:
 
Bu da tenşitin zıddına azarlamak, hizaya getirmek için bilineni bilmezlikten gelmedir. Buna Muallim Naci'nin verdiği örnek de ilgi çekicidir. Saf bir zengin, kızını Avrupa adabına göre terbiye etmek ister. Çevresindekiler de adamın bu isteğini körüklerler. Adam kızına piyano dersleri aldırır. Akrabası olan bir genç de o konaktaki cariyelerden birine tutulduğu için sık sık oraya gelir. Her gelişinde kızın babası, ona kızının eğitiminden bahseder ve sesinin çok güzel olduğunu söylemeyi de ihmal etmez. Halbuki kız piyanoyu pek başarılı çalamamakla kalmaz, sesi de güzel değildir. Bir başka gün genç yine konağa gelir. Zenginle beraber bahçeye çıkarlar. Karşıda kümes görünmektedir. Bu sırada kız piyano çalarak şarkı söylemeye başlar. Babası delikanlıya kızını övdürmek için sorar:
 
- O duyulan ses nedir?
 
Delikanlı kızın methedilmesinden bıkıp usanmıştır. Adamı tevbih maksadıyla cevabı yapıştırır:
 
- Pek iyi anlayamadım efendim. Kümese sansar girmiş olmalı.
 
Bu cevapla kızın sesinin tavuklarınkine benzediği zarifçe ve karşıdaki de azarlanarak belirtilmiş olur. Oysa delikanlı o sesin piyano çalıp şarkı söyleyen kıza ait olduğunu pekâla bilmektedir.
Bugün 173 ziyaretçi (195 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol